14 Mayıs 2024
Lancet dergisinde yayımlanan yazıda, ABD ve Avrupa’nın İsrail kuvvetlerinin Filistin halkına yönelik saldırılarına tepkisizliği tıp etiği ve doktorluk mesleği açısından ele alınıyor.
“Dünya, son 7 aydır sağlık çalışanlarının öldürülmesine, kaçırılmasına, işkence görmesine, infaz edilmesine, cesetlerinin toplu mezarlara atılmasına; hastaların hastane yataklarında öldürülmesine; hastanelerin ve kliniklerin kasıtlı olarak bombalanmasına; sağlık ve sanitasyon altyapılarının hedef alınarak yıkılmasına; tarihsel bir kıtlık sırasında insani yardım ve temel ilaçlara yönelik ablukaların savaş silahı olarak kullanılmasına; ve Gazze’deki Filistinlilere yaşamla bağdaşmayacak koşulların dayatılmasına tanıklık ediyor.
Bu gerçekler, Uluslararası Adalet Divanı’nın 26 Ocak 2024 ve 28 Mart 2024 tarihlerinde yayımladığı ihtiyati tedbir kararlarında ve 1967’den bu yana işgal edilen Filistin topraklarında insan haklarının durumu hakkında BM raportörü tarafından 25 Mart 2024’te yayımlanan Soykırımın Anatomisi başlıklı ayrıntılı raporda belgelenmiştir. Hazırlanan raporda BM İnsan Hakları Konseyi’ne hitaben ‘İsrail’in soykırım işlediğini gösteren sınıra vardığına inanmak için makul nedenler olduğu’ sonucuna varıldığı belirtilmiştir.
Buna rağmen ABD’nin en etkili tıbbi meslek örgütleri, dergileri ve lobileri, 7 Ekim 2023’ten bu yana en az 491 Filistinli meslektaşımızın İsrail kuvvetleri tarafından öldürülmesi de dahil olmak üzere, Gazze’deki sağlık sistemlerinin sistematik olarak yok edilmesine karşı anlamlı bir tavır alma konusunda rahatsız edici derecede isteksizler. Bu eylemsizlik, ABD Hükümeti’nin İsrail’in Filistinlilere karşı harekatını mümkün kılan silah, diplomatik koruma ve mali kaynak tedariki nedeniyle özellikle dikkat çekicidir.
Önde gelen tıp kurumlarının Holokost da dahil olmak üzere geçmişte yaşanan barbarlıklar sırasında sessiz kalma tercihleri hakkında tarihsel düşünce bize tıp mesleğindeki ihmal ve duyarsızlığın, soykırımın dayandığı insandışılaştırma ve ırkçılık gibi haksızlıkları sürdüren kurumsal güçlere fırsat verdiğini öğretti. Nürnberg’deki Doktorlar Davası ve doktorların ABD Hükümeti’nin Abu Ghraib ve başka yerlerdeki işkence programlarına katılımına ilişkin daha yeni sahneler, tıp doktorlarının şiddete ve milliyetçi ideolojilere alet olmak ve eğitimlerini ve güçlerini bakım ve adaleti desteklemek yerine zarar vermek üzere kötüye kullanmak açısından diğer insanlardan daha az savunmasız olmadığını açıkça gösterdi.
Fransız sömürgesi Cezayir’de görev yapan psikiyatrist Frantz Fanon, ‘Tıp ve Sömürgecilik’ kitabında bize şunu hatırlatır: biz doktorlar kendimizi ‘insanlığın yaralarının’ şifacıları olarak tanıtsak da, çoğu zaman ‘sömürgeciliğin, tahakkümün ve istismarın ayrılmaz bir parçası’ olarak hizmet ediyoruz. Aksini yapmak için sürekli uyanık omak, kurumsal ve bireysel anlamda eleştirel öz değerlendirmeler yapmak ve mevcut güç ve eşitsizlik sistemlerinden en çok etkilenenlerle kararlılıkla ilişki içinde kalmak gerekir. ABD’nin, Avrupa’nın ve İsrail’in sağlık kurumlarının Filistin’in sağlığına ve sağlık hizmetlerine yönelik süregelen şiddete verdiği tepkiler, Fanon’un sömürge ve devlet şiddetine suç ortaklığı yapma potansiyelimizle ilgili gözlemlerinin geçerliliğini koruduğunu açıkça ortaya koymaktadır.”