Kendisi ile tanıştığımda yirmili yaşlarımda genç bir doktordum. Kayseri’de mecburi hizmetimi yaparken girdiğim Tıpta Uzmanlık Sınavında ilk tercihimi kazanmıştım. Çalışacağım ortamı görmek ve arkadaşlarımla tanışmak için Ankara Numune Hastanesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği’ne geldim. Beni tanıştırmak için hocamızın odasına götürdüler. Gerçekten zor bir gündü. Çünkü hocam yarım saat içinde bana klinikte nasıl davranmam gerektiğini anlatırken izolasyon önlemlerini özetlemiş, nasıl giyinmem gerektiği konusunda bile yorumlarda bulunmuştu.
Ürkmüştüm, ihtisas yapmak için seçtiğim kliniğin nasıl bir yer olduğunu sorgulamıştım. İhtisasa başladığım ilk aylarda da bu ürkekliğim devam etti. Bir süre vizitler sırasında hasta sunmadığım zamanları benden uzun boylu arkadaşlarımın arkasında saklanarak geçirdim. Çünkü vizitler her hasta başında gelen sorularla uzuyor, vizit bittiğinde İnfeksiyon Hastalıkları uzmanlık sınavına girmiş gibi neyi doğru bildim, neyi yanlış söyledim diyerek kitap karıştırmakla geçiyordu.
Hocamızın çabaları ile kliniğimizde mikrobiyolojik ve serolojik testlerin çalışıldığı bir laboratuvar kurulmuştu. Hastalarımızın tüm testlerini bu laboratuvarda çalışırdık. Çoğu zaman bu laboratuvarda gece yatırdığımız hastaların bile tetkiklerini çalışır, sabaha tanısını koymuş olarak kendisine sunardık. Yine o yıllarda hocamızın çabaları ile servisimize bir ELISA laboratuvarı kuruldu. Kan bankasına başvuran donörlerinin kanlarının hepatit ve anti-HIV taramaları kliniğimizde çalışılmaya başlandı. O dönemlerde merkez laboratuvarında ELISA testleri henüz çalışılmıyordu.
Laboratuvarda görevli bir teknisyenle birlikte her asistan dönüşümlü olarak bu laboratuvarda çalışıp ELISA testlerinin prensiplerini tüm ayrıntıları ile öğrenirdi. Zaman geçtikçe ilk aylarda korktuğum, hatta zaman zaman kızdığım hocamın değerini anlamaya başlamıştım. Disiplinli ve otoriter tavırlarının arkasında onun da bizleri sevdiğini hissedebiliyordum. Ama o güzel mavi gözleri her zaman ciddiyetini korudu. Uzmanlık sınavına gireceğimiz dönem yaklaştığında hocamızın da bizlerle birlikte strese girdiğini hatırlıyorum. Servisimizin koridorunda bugün bulunmayan ama o dönemlerde bizim için işlevi çok fazla olan büyük bir masamız vardı. Her vizit sonrası bu masanın etrafında toplanırdık. Sınavı yaklaşan arkadaşımız her gün serviste yatan bir olguyu sunar, ayrıcı tanısını yapar, daha sonra hocamızın sorularına cevap vererek sınav provası yapardı. Bizler de bu sorulardan nasibimizi alırdık. Çok okuduk, hocamızın bilgisine yetişebilmek için çok çalıştık. Ama ona yetişmek çok zordu. Çünkü pek çok insan ancak bir yazı hazırlayacağı zaman uluslararası süreli yayınlara başvururken, hocamız bu dergilerin abonesiydi. Öğrendiği her yeni şeyi bizlerle paylaşır, klinikte uygulanabilecek yenilikleri kullanıma geçirirdi. Benim uzman olduğum yıl hocam emekli oldu. Daha sonraki yıllarda, çok sık olmasa da hocamızla zaman zaman görüştük.
Ancak ihtisasımı tamamladıktan sonra en uzun süreli beraberliğimizi son hastalığı sırasında kliniğimizde yattığı dönemde yaşadık. Sevgiyi, saygıyı, dostluğu paylaştık. Bu dönemdeki sohbetlerimiz sırasında geçmişteki anılarını dinleme ve öğütlerinden faydalanma şansımız oldu. Sevgili arkadaşım ve dostum Nurcan Baykam ile birlikte odasını ziyaret ettiğimiz bir gün hocamız sevgi dolu bakışları ile bizi karşılayıp şu öğüdü verdi. “Asla birbirinizi kıskanmayın, kıskançlığın bilimsel ortamda asla yeri yoktur, bu duygular sahibini yok eder.”
Biz birbirimize bakıp bir kez daha kucaklaştık. Bugüne kadar kıskançlığı hiç yaşamamıştık. Bunun mimarı belki de hocamızdı. Klinik durumu düzelip taburcu olduktan bir hafta sonra hocamız Ümran Sipahioğlu’nu kaybettik.
Pek çok arkadaşım da sanırım aşağıdaki görüşleri paylaşacaktır.
Kısaca özetleyecek olursak, Ümran Sipahioğlu:
Birçok kişinin çekindiği bir hocaydı. Bu çekinmenin temelinde ödün vermediği kuralları vardı. Bu kurallar kapristen veya hırstan değil genel doğrulardan kaynaklanırdı (Örneğin kılık kıyafetimize karışır, kısıtlamalar getirirdi. Çünkü hekimin hasta karşısında meslek onuruna yakışır sade bir kıyafetle çıkması gerektiğini savunurdu).
Makama değer verir saygıda kusur etmezdi. Ama doğru olmayan veya aklına yatmayan bir şeyi hiçbir makam ona yaptıramazdı.
Asla kin tutmazdı
Bu günümüzü borçlu olduğumuz hocamızı tüm arkadaşlarım adına sevgi ve saygı ile selamlıyorum.
UZM. DR. ÜMRAN SİPAHİOĞLU’NUN ÖZGECMİŞİ
Daha sonra Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti’nin açtığı sınavı kazanarak Cerrahpaşa Hastanesi’nde başladığı asistanlığını 1956’da Ankara Numune Hastanesi’nde bitirerek Bakteriyoloji ve İntani Hastalıklar Uzmanı oldu. 1958’e dek aynı hastanede başasistan olarak görev yaptı.
1958-1960’ta mesleki bilgi ve görgü geliştirme programı çerçevesinde Amerika Birleşik Devletlerinde bulundu.
1960’ta Ankara Numune Hastanesi Göğüs Hastalıkları Servisi’nde, daha sonra Dr. Sami Ulus Çocuk Hastalıkları Hastanesi‘nde Bakteriyoloji ve Intani Hastalıklar Uzmanı olarak görevlendirildi. 1973’teAnkara Numune Hastanesi Bakteriyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Klinik Şefliğine atandı.
1984-1987’de aynı hastanenin Mikrobiyoloji Laboratuvarı Şefliğini de vekaleten yürüttü. Hastanemizin ilk ELISA Laboratuvarı 1986 yılında İnfeksiyon Hastalıkları kliniği içinde kuruldu. 1988 yılında klinik bünyesinde Mikrobiyoloji Laboratuvarı faaliyete başladı.
Bir süre Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü Salgın Hastalıklar Araştırma Müdürlüğü yaptı.
1988’de yaş haddinden emekli olmakla birlikte İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Şefliği görevini Sağlık Bakanlığı’nın istemiyle sözleşmeli olarak 1992’ye dek sürdürdü.
Şefliği süresince 65 uzman yetiştirdi.
Özellikle kuduz konusunda deneysel araştırmaları da içeren çok sayıda yayımlanmış çalışması vardır.
Ümran Sipahioğlu bir çocuk annesi olup Dışişleri mensubu olan oğlu Ömer Haluk Sipahioğlu 1994 yılında şehit olmuştur.
Doç. Dr. Aysel KOCAGÜL-ÇELİKBAŞ
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği